Şimdilerde
sanat etkinliklerine ev sahipliği yapan eski tren garının kuzey duvarında, iki
bank var. Her bir bankta birer adam oturuyor, ikisi de siyahi. Öğlen 12:30’da Notre
Dame Caddesi'nden Saint Hubert caddesine inen merdivenlerden aşağıya bakarsanız
bu iki adamı mutlaka görürsünüz. Orada olmasalar yokluklarını hissedersiniz.
İlkin dikkat etmemiş olsanız da zamanla dikkatlice gözlemlemeye başlar ve bu
iki adamın ten renkleri dışında hiçbir ortak yanları olmadığını fark edersiniz.
Biri
tam da ilk bakışta tahmin edeceğiniz gibi, geceleri banklarda uyuyan evsizlerdendir.
Yorgun, önüne eğilmiş vücudu, dağınık saçları, sürekli kıpırdayıp, eşyalarını
kurcalayan elleri ve tabi banka serpiştirilmiş eşyalarıyla Montreal’de siyasi
doğrucuların kibarca SDF diye tabir ettiği (Sans domicile fixe= sabit bir
adresi olmayan), bir adamcağız.
Diğeri
uzaktan aynı koyu renklerden bir silüet gibi görünse de dikkat ettiğinizde ütülü
pantolonu, şık ceketi, kıyafetiyle uyumlu koyu tonlarda gömleği, tertemiz
ayakkabıları, kusursuz kesilmiş saçları, düzgün fiziği ve tüm bunları
taçlandıran dimdik asil duruşuyla, onun o bankta uyumadığını anlarsınız. Bu
genç adam, iki elini dizlerinde birleştirmiş, bir bacağı ileride, diğeri bankın
altında, hareketsiz hep karşıya bakıyordur.
Bu
farkı algıladıktan sonra bu elleri kenetli, sanki bir derdi varmış gibi oturan
adam zihninizde yer etmeye başlar. Onun işini kaybettiğine, ama bunu kendine
yediremediği için, her gün işe gidiyormuş gibi giyinip evden çıktığına kanaat getirirsiniz.
Bu onun için öyle büyük bir yıkım olmuştur ki, bunu eşine söylemeye cesaret edememiştir.
Gününü bu bankta düşüncelere dalarak geçirip, tıpkı bir filmde olduğu gibi,
akşam sanki işten dönüyormuş gibi evine dönüyordur.
Dışarıdan
görenlerin hayalleri kadar karmaşık olmasa da bu adamın bu saatlerde burada oturmasının
sebebi iç dünyasıdır. İş arkadaşları ile öğle yemeği yemek yerine, bu bir, bir buçuk
saatlik boşluktan yararlanıp, düşünmeye dertlerini tartıp biçmeye ayırdığı zaman.
Tanrı inancı olduğu için, ara sıra ellerini
kenetleyip dua da eder ki, sorunları daha yüksek güçlere havale etmek onu rahatlatır,
ya da sadece gözlerini kapatıp dinlenir.
Bu
banklardan biri bir insan için her gün yattığı yatağı, evi, diğeri içinse uzaklara
bakıp dertlerini döktüğü bir inziva yeridir. Birbirlerinin varlığından uzun
süredir haberdar olsalar da birbirleriyle iletişime geçme gereği duymamışlardır.
Aslında genç ve bakımlı olanı babasının bir süredir evsiz olduğunu ve bir ara
bir karavanda yaşadıktan sonra bir süredir kendinden haber allamadığı için sokakta
yasayan insanlara karşı acıma ve merak besleye başlamıştır. Esi izin vermiş olsa
babasına evlerinin kapısı ayrı olan küçük atölyesini verebilecekken şu anda bir aydır karavanını da satıp ortadan kaybolan
babasının nerede olduğunu bilememenin vicdan azabı ile yandaki banktaki adamdan
bir şeyler ögrenebileceği duygusuyla arada bu adama selam vermeye başlamıştır. Ama
bu evsiz babasından oldukça genç ve bu banka haftada bir iki uğradığı için bir
türlü adamla konuşamamıştır.
Bu
iki adam için bu banklar Montreal’in kozmopolit dokusunda onlara ait bir sığınak
ve huzur alanı olarak kalmıştır. Her ikisinin de karşılaştıkları zorlukların,
yaşadıkları yorgunlukların, onları getirdiği yerdir. Şehrin bu sakin köşesinde, kalabalıktan,
gürültüden uzak, önünde bir park bulunan bu eski gar binasının yan duvarı ve
duvarın dibindeki bu iki bank, bu iki adamın hayatlarına tanıklık etmeye devam
edecekler.