Profil

Fotoğrafım
Ekim 2024'de yazmaya başladığım hikayelerimi ve yaptığım resimlerden bazılarını burada topladım. - - - I have gathered here the stories I started writing in October 2024, as well as some of my paintings. - - - J'ai rassemblé ici les histoires que j'ai commencées à écrire en octobre 2024, ainsi que quelques-unes de mes peintures.

8 Ekim 2024 Salı

03) İki İnsan İki Yara


Kaan, İstanbul’da evinin salonunda oturmuş, sessiz ve dalgın, bilgisayarının ekranına bakıyordu. Ekranda babasına yazdığı ama göndermek için henüz cesareti toplayamadığı e-postayı tekrar tekrar okuyor, düzeltiyordu. Hem içinde biriktirdiği duyguları en iyi şekilde dile getirmek, hem de babasının eğip büküp büyütebileceği yanlış bir söz yazmamak için özen gösteriyordu. Babası Karl’la aralarındaki soğukluk ve iletişimsizlik artık taşınamaz bir ağırlık haline gelmişti. Bu soğukluk, İstanbul’un ılık sonbahar akşamında onun içini üşütüyordu.

Akşam olmuş, güneş denize batmıştı. Oğlu yatağa gitmeden önce koşup onun yanağından öpmüştü. Şimdi de o sevimli ikna yeteneğini, ona bir masal okuması için annesinin üzerinde deniyordu. Onların sesleri koridorda uzaklaşırken, Kaan, oğlunun dedesini tanımadan büyümesinden duyduğu üzüntüyü kelimelere dökmeye çalışıyordu.

Karl, aslen İzmirli olan annesiyle emeklilik yıllarını geçirmek için İzmir’e daha yeni taşınmış olmalarına rağmen, on iki yıl önce üstelik kırk yıllık evlilikten sonra, üzücü bir süreç yaşayarak ayrılmış ve apar topar Kanada’ya dönmüştü.

Babasına yazdığı e-postayı baştan sona bir kez daha okudu. İçinde biriken hüzün, öfke ve hayal kırıklığı onu kahrediyordu. “Babacığım, sen bu kadar kötü kalpli olabiliyorsun ama ben olamıyorum,” diye belki de biraz sert bir giriş yapmıştı. Ama babasının mektubu sonuna kadar okuduğunda onu anlayacağını umut ediyordu.

Babasi İzmir’deki Amerikan üssünde gözlemciyken annesiyle tanışmış, ona deli gibi âşık olmuş ve çabucak evlenmişlerdi. O üç, ablaları yedi ve dokuz yaşındayken babalarının memleketi Kanada’ya taşınmışlardı. Çocuklukları çok güzel geçmişti. Tenis oynamış, bir gün Daniel Nestor gibi ünlü bir tenisçi olmanın hayalini kurmuştu. Otuz üç yaşında evlendiğinde, anne ve babası aynı yıl kırkıncı evlilik yıl dönümlerini kutlamışlardı ve hâlâ çok mutluydular.

Sonra Kaan ve eşi bir süre iş icabı Dubai, Singapur, Zürih dolaşmışlardı. İstanbul’dan iyi bir iş teklifi alınca altı yıl önce buraya yerleşmişlerdi. Onlar Dubai’deyken ne olduysa olmuş babasının yaptığı bir terbiyesizlikten dolayı ebeveynleri alel acele boşanmıştı. Babası bu skandal boşanmanın ardından kendini hiçbir şekilde izah etme gereği bile duymamış, ertesi yıl kimseye haber vermeden başka bir kadınla evlenmişti. 2012 yılından sonra Karl, üç çocuğunu tamamen hayatından çıkarmış, Kanada’ya dönmüş, yeni karısıyla Westmont’daki onun gençlik yıllarının geçtiği o güzel evde yaşamaya başlamıştı. Ablaları hâlen Kanada’da yaşıyorlar ama başından beri annelerinin tarafını tuttukları için babalarıyla konuşmuyorlardı. Kaan her iki tarafı da anlamakta zorluk çekiyordu.

Kendi küçük ailesine bakarken, babasının neyi feda ettiğini anlamadığını düşünüyordu. Yeğenleri ve oğlu, dedelerini tanıyamadan büyüyordu. O, ablaları gibi kestirip atmamış; babalarına pek çok kez ulaşmaya çalışmış, torununu tanıması için fırsatlar yaratmıştı. Birkaç kez görüşmüşlerdi de, ama Karl her defasında yeni eşinin kaprisleri doğrultusunda çocuklarıyla arasına mesafe koymuştu. Bu e-postada, ona son bir şans tanıyordu. “Zaman geçiyor, insanlar yaşlanıyor, insanlar ölüyor, ama sen kendini hiç sorgulamıyorsun,” demişti. Bu sözler babasına bir çağrıydı, bir uyarıydı.

E-postayı göndermeden önce, derin bir nefes aldı. İstanbul’un ılık akşam rüzgârı açık pencereden içeri dolarken, biraz olsun hafiflediğini hissetti. Yazdığı her kelimenin doğru olduğunu biliyordu. Babasına yıllardır ne kadar kırıldığını ne kadar incindiğini, ama yine de onu affetmeye hazır olduğunu söylemişti. Gönder tuşuna basmadan önce durdu. Belki babası yine sessizliğini koruyacaktı ama Görevini yaptığı için huzurluydu. Sonunda derin bir nefes alıp, gönder butonuna bastı.

……………………………

Karl, Mont Royal dağinin eteklerinde, otuz yıl önce çocuklar büyümeye başladığında aldığı evinin salonunda oturmuş diz üstü bilgisayarında kâğıt falı açıyordu. Sonbahar gelmiş, günler kısalmaya başlamıştı. Karısı mutfakta öğlen yemeğiyle meşguldü ve evin derin sessizliği, içini bir huzur ve rahatsızlık karışımı tezat duygularla dolduruyordu. Gelen kutusuna bir an yeni bir e-posta düştü. Gönderen, bir yıldır konuşmayı tamamen kestiği, aramalarını ve mesajlarını yanıtsız bıraktığı oğlu Kaan’dı.

Gözleri ekrana kilitlendi, kalp atışları hızlandı. Elini fareye götürüp açıp açmama konusunda tereddüt etti. E-posta başlığı basit ve doğrudandı: “Babacığım.” Zihninde anılar dolaştı; baba-oğulun yağmurda açık kortta tenis oynayıp sırılsıklam ıslandıkları, çocukların evde merdivenlerden yukarı aşağı koştukları anlar gözünün önüne geldi. Ondan beklediği özür gelmiş gibi umutla e-postayı açtı. Ama başlık onu yanıltmıştı. E-posta, “Babacığım, sen bu kadar kötü kalpli olabiliyorsun ama ben olamıyorum,” diye başlıyordu. Bu ilk cümlede, onu kızdırmayı başarmıştı. Oglu her defasında böyle babasını sanki tokatlıyor ve bu onu her defasında duvarlar örmeye yönlendiriyordu. İçi sıkılmıştı bile. Karanlık kış gecelerinde, geçmişin yankısı peşini bırakmıyordu.

Kaşlarını çattı, oğlunun ona böyle hitap etmesi sinirlerini bozmuştu. Kaan, yeni eşine hakaret ettiğinde tüm köprüleri yakmıştı. Kendi hayatını yeniden inşa ederken, oğlunun karısına söylediği ağır sözler affedilemezdi.

Derin bir nefes alıp okumaya devam etti. “Aradan bir yıl geçti, ama hâlâ sessizsin. Ben seninle iletişime geçmeye çalıştım. Bir yıl çok uzun değil, ama belki bu süreçte sen de biraz olsun düşünme fırsatı bulmuşsundur. Annemden sonra hayatına aldığın kadının kaprisi uğruna beni ve ablalarımı hayatından silebildin. Belki bu konuya bir kez daha başka gözlerle bakmayı denersin.”

Arkasına yaslanıp gözlerini kapattı. Oğlunun sözleri içini kemiriyordu. Sürekli olarak olanları çarpıyor, yazdığı her satırda onu suçluyor, onu bencil ve uzak

olmakla itham ediyordu. “Bir kadının kaprisi uğruna bizleri sildin,” diyordu oğlu. Derin bir iç çekti. Onun yeni hayatına yönelmek zorunda olduğunu anlayamıyordu. Annesiyle uzun yıllar mutlu bir evlilikleri olmuştu ama son yıllarda birbirlerinden kopmuşlardı. Birlikteliklerinin ilk ve en mutlu 10 yılını geçirdikleri İzmir’e döndüklerinden her şeyin tekrar mükemmel olacağını zannederken her şey birden çökmüştü. Ardından, ona mutluluk veren bir ilişkiye adım atmıştı. Yeni karısı, ona gerçek anlamda destek olan, hayatında huzur bulduğu kadındı. Çocukları, bu yeni evliliği kabullenmek şöyle dursun, hâlâ boşanma sırasındaki tatsızlıklardan dolayı onu suçluyorlardı.

Karl, tam da Kaan’la aralarının iyi olduğunu düşünürken, Yine asabi çıkışlarından birini yapmış ve son görüşmelerinde giderayak karısına hakaret etmişti. Kaan’ın öfkeyle sarf ettiği sözleri bir türlü unutamıyordu. “Kaan, karımdan özür dilemedikçe hiçbir şey düzelmez,” diye düşündü kendi kendine. Ama oğlundan bu yönde hiçbir adım gelmemişti. Tam aksine, her seferinde onu suçlayan, onun çocuklarını ihmal ettiğini iddia eden mesajlar geliyordu. Oglu, e-posta boyunca geçmişe dönüyor, babasının yaptığı seçimlerin ağırlığını anlatıyordu. “Kalbimi çok kırdın, bilmem bir daha onarabilir misin.” Son cümleleri, Karl’ın da kalbine saplandı.

Bilgisayarın ekranında parmaklarını gezdirdi, E-postaya cevap yazmayı düşündü. Ona vereceği cevap, yine içinden çıkamayacağı bir tartışmayı doğuracaktı. Koltuğunda doğrulup ekrandan gözlerini çekti. Karısı mutfaktan gelmiş, masaya tabakları yerleştiriyordu. Bir süre pencereden dışarı baktı. Dışarıda rüzgar evin duvarlarında uğulduyor, yaprakları dökülmüş ağaçları eğip sallıyordu. Bilgisayarın kapağını kapattı, ayağa kalkıp karısına yardım etmek için mutfağa yöneldi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder