Profil

Fotoğrafım
Ekim 2024'de yazmaya başladığım hikayelerimi ve yaptığım resimlerden bazılarını burada topladım. - - - I have gathered here the stories I started writing in October 2024, as well as some of my paintings. - - - J'ai rassemblé ici les histoires que j'ai commencées à écrire en octobre 2024, ainsi que quelques-unes de mes peintures.

21 Ocak 2025 Salı

07) Adada


Fırtına şiddetlenmiş, iskeledeki hoparlörlerden, 16:00 feribotunun iptal edildiği duyuruluyordu. Pazar akşamları yapılan bu son sefer, hafta sonunu adada geçirenleri evlerine taşırdı. Takımadaların en uzağında olan Sandhamn’dan Stockholm’e dönüş iki buçuk saat sürer, düzenli olarak gelen ve artık birbirini tanıyanlar yol boyunca sohbet ederlerdi.

Bu akşam da havanın birden bozmasına rağmen iskelede yetmiş kadar yolcu vardı. Anonsu hem İsveççe hem İngilizce pür dikkat dinledikten sonra kalabalıkta bir hareketlilik oldu. Yoğunluk yavaş yavaş çözülürken ilk önce yazlıkçılar iskeleyi terk etti. Komşularıyla sohbet ederek evlerine dönerken, bir kısmı cep telefonlarından ertesi gün evden çalışmaları gerektiğini söyleyen mesajlar atıyor ve hafta sonunu uzatacakları için memnun görünüyorlardı. Turistler İsveçlilerden bilgi almaya çalışıyor, iptalin ardından adada mahsur kaldıklarını öğrenince acele etmeden diğerlerinin ne yapacaklarını ögreniyorlardı. Çoğu yolcu duruma tepkilerini, İskandinav soğukkanlılığıyla, kısık bir sesle deniz yolları şirketini eleştirerek ya da sigorta şirketinin otel masraflarını karşılayabileceğini söyleyerek gösteriyorlardı.

Kalabalığın arasındaki on yedi kişilik büyük bir grup, mezuniyetlerinin 25. yılını, lise yıllarının efsanevi buluşmalarını hatırlatması umuduyla Sandhamn’da, Henrik’in ailesinin adadaki evinde kutlamışlardı. Beş saatlik “kutlama” maratonundan sonra artık gerçekten evlerine gitmek istiyorlardı. Lise yıllarında da ayni bu evde buluşulurdu. Ama o zamanlar verandada sosis kızartılır, biralar açılır, sabaha kadar sohbet edilir, bir iki lise aşkı doğar, salonda kanepelerde ya da verandada uyku tulumlarında uyunur ve sabah buz gibi denize atlanırdı. Bu sefer tam böyle olmamıştı. Hepsi kırk yaşını aşmış ve aradan geçen yıllar mesafeler yaratmıştı. Tüm gün Henrik’in özenle hazırladığı masanın ya da mangalın başında birbirlerine geçen yılların şeceresini vermişler, “E sen bu günlerde ne yapıyorsun?”, “Evli misin?” gibi sorularla kimin daha başarılı olduğunu, yılların kimi daha çok yorduğunu, kimi daha fazla yaşlandırdığını ve kimi nereye getirdiğini öğrenmeye çalışmışlardı.

Şimdi iskelede mahsur kalmaktan rahatsız görünüyorlardı. Grupta bir gerginlik oldu. Henrik’i daha yakından tanıyanlar yerlerini diğerlerine kaptırmak istemez gibi bir acelecilikle, gruptan çözülüp arkadaşlarının evine yöneldiler. Kalanlar ya ona yük olmaktan çekinmişler ya da yeterince hızlı davranmamışlardı. Bir de tabi artık kanepelerde sabahlayamayacak kadar gençlik yıllarından kopmuş olup da otelde dinlenip yarın seferler başladığında işe gitmeyi daha makul görenler vardı. Şehir dışından gelmiş ve şimdi bağlantılı trenlerini kaçırmış olan üç kadın arkadaş, rahatsızlıklarını, baştan beri Sandhamn seçiminin mantıksız olduğunu düşündüklerini söyleyerek gösteriyordu.

Iskelede yalnız olan ada sakini Helene, eşiyle yaşadığı tartışmalardan birinin ardından evlerinden fırtına gibi çıkıp, şehir merkezinde arada ufak kaçamaklar yaptığı arkadaşında geceyi geçirmek için limana gelmişti ve şehre ulaşamamanın hayal kırıklığını yaşıyordu. Bu sebeple, kalabalıktan ayrılıp evine gitmemek için oyalanıyordu.

Acelesi olanlar deniz taksisi kiralayıp Stavnäs’e ulaşmak ve oradan kara yoluyla Stockholm’e devam etmek için organize olacaklardı ki, telefondan deniz taksilerinin de bu fırtınada yola çıkamadığını öğrendiler.

Anonsun üzerinden yarım saat geçtiğinde, adanın bu tek iskelesinde yalnızca gidecek yerleri olmayıp da mahsur kalan on dokuz yolcu kalmıştı: Bunlar, mezuniyet buluşmasından dönenlerden on biri, hemen eve dönmeye hazır olmayan ve buralarda takılmaya niyetli Helene, Helene’le Almanca flört etmeye çalışan bir Alman turist, Cenevreli yaşlı bir turist çift olan Charles ve Celine, onların Stockholm’de yaşayan kızı ve İsveçli damadı ve çevrelerinde ne olup bittiğiyle ilgisiz, sürekli öpüşen yirmili yaşlarında genç bir çiftten ibaretti.

Bu olağanüstü sıcak eylül akşamında, tropik denecek kadar şiddetli yağan yağmuru, üç tarafı camla çevrili bekleme salonunda banklara dizilmiş bir şekilde izliyorlardı. Acele etmeden, bu ortak sorunun yarattığı alışılmadık yakınlıkla sohbete koyulmuşlardı.

İskeleyi döven dalgalar, arada bir doğudaki kara bulutlardan çakan şimşek, sırtlarının verdikleri ada tarafında güneşin bulutlar arasından bir delik bulup, göğü kızartması romantik bir ortam oluşturmuştu. Manzarayı izleyerek, iklim değişikliğinin yol açtığı yeni hava şartlarından, adada geçirdikleri hafta sonundan ve kara bulutlara meydan okur gibi çıkan güneşin kızıl ışığından söz ederek sohbeti derinleştirdiler. Politikacıların iklim konusundaki duyarsızlığına ve yağmurun Avrupa’daki şarap hasadına etkisine değinilmiş, oradan da konu şarap ve günbatımına evrilmişti. Gün batimi da gerçekten harika görünüyordu, bir yanda kara bulutlar, iskeleyi döven dalgalar ve diğer yanda tam da güneşin batacağı noktada açılıveren kızıllık.

Emekli bir fizik profesör olan Charles, siyah çerçeveli gözlüklerinin arkasında hareket eden ela gözleriyle şarap muhabbetine balıklama atlayarak “Allors…” diye söze başladı. Güçlü Fransız aksanıyla konuştuğu İngilizcesiyle, “Neden şu arkamızdaki -merveilleuse- otelin barına geçmiyoruz. Benim gibi emekli bir adam parasını daha iyi bir şeye harcayamaz, Hadi ilk tur benden.” Kuzey Avrupalılar nadiren alkol teklifini reddetse de genetik bir utangaçlıkla, “Emin misiniz? Çok kalabalığız!” gibi cılız itirazlarla, Charles’ın peşine takıldılar.

Charles’ın eşi Celine, kocasının bu neşeli hâline aşkla ve hayranlıkla baktı. Eski bir bale eğitmeni olan Celine, kumral topuzunun altında, ışıl ışıl kahverengi gözleriyle Charles’i onayladı ve omzundaki şalı düzeltip, zarif bir kelebek gibi, iri yarı kocasının kolunda girdi. Grubun en yaşlıları olarak aldıkları bu inisiyatif, herkesi harekete geçirmişti. Bardaktan boşanırcasına yağmaya devam eden yağmura rağmen, kızıl güneşin aydınlattığı on dokuz silüet paylaştıkları şemsiyelerin altında, koşar adım, ama kahkahalar eşliğinde, iskelelinin hemen arkasındaki kırmızı ahşap Seglar otelin barına doluştular.

Dışarıda rüzgâr hâlâ uğuldayarak sürerken, içerisi sıcaktı. Otel personeli, aniden gelen kalabalık karşısında hazırlıksız görünüyordu. Ama kısa süre içinde üç şişe Primitivo masaya geldi. Charles, kadehini “Yeni dostluklara!” diyerek kaldırdı. Mezuniyet grubu “Eski dostluklara!” diye yineledi. Gülüştüler. Ama “Amma da dostluk ya!” diyen çatlak ses, gülüşmeleri bir bıçak gibi kesti. Charles’in şaşkın bakışları altında Anna hızını alamamış bir şekilde, homurdanmaya devam etti.

“Sandhamn fikrinin mantıksız olduğunu söylediğimde kimse beni dinlemedi. İşte buradayız. Vapur iptal, tren kaçtı, Harika bir planlama!”.

Yanındaki Erika, hafifçe iç çekti. “Hem niye Cumartesi değil de Pazar?”.

Üçlüden Isabelle de ekledi: “Anna, bunu zaten hepimiz söyledik, ama Henrik ‘çiler grubu baskın çıktı”.

Bu arada lobinin diğer tarafından yanlarına gelen Martin lafa karıştı: “Kimmiş bakalım bu Henrik’çiler grubu kızlar? Ben bilmiyorum. Siz söyleyin.”.

Martin’in bu gereksiz yüksek sesle söylediği sözlerle tartışma diğer masalara sıçradı. Lise yıllarından beri süregelen küçük anlaşmazlıklar, yılların verdiği birikimle daha büyük bir kavgaya dönüşmüştü. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Öyle ki otel misafirlerinde rahatsız olan bir aile “Bu ne gürültü! İnsan biraz saygılı olur!” diye homurdanınca Isabelle, başını çevirip sırıtarak, “Tatildeyiz, rahatlayın biraz,” diye kadını da payladı.

Ortalığı sakinleştirmeye çalışan Laura tartışmaya katıldı: “Artık olan oldu. Şimdi buradayız ve bir şekilde sabahı bekleyeceğiz, bak ben ta İsviçre’den geldim hiç ses ediyor muyum?” ve Anna’nin kulağına iyiden iyiye ukala gelen bir tonda ekledi: Hayat bazen planlarımızı altüst eder, ancak böyle anlarda bozulan plana değil, yeni gelen durumun sunduğu fırsatlara odaklanmak en iyi yaklaşımdır. Unutulmaz anılar, böyle aksayan planlardan doğar. Kadehimi bozulan planlara kaldırıyorum!” diyerek kendisine katılan bir kaç kişiyle beraber kadehini tokuşturdu. Ama Anna bu “ta İsviçre’den” vurgusuna ve ardından gelen spiritüalist zırvalıklara iyiden iyiye sinirlenmişti. Alaycı bir şekilde, “Ama ben ta İsviçre’den gelmiyorum bayan” dedi sonra da boğuk “onun için senin gibi umursamazca otel parasını çıkarıp veremeyeceğim!”. Charles, İsviçreli olduğu için durumu yumuşatmak ister gibi gülerek, “Yok, hepimiz o kadar da zengin değiliz, bu sadece bir şehir efsanesi,” diyerek huzursuzca güldü ve “Saat de geç oldu.” diye ekleyerek izin istedi.

Charles kavgayı durdurmayı başarmıştı. Dışarıda fırtına da kesilmişti.

Helene’in, Henrik’in komşusu olduğu ortaya çıkmış, ilerleyen saatlerde evine dönmeye karar vermişti. Giderken de otele ödeyecek parası olmadığını söyleyen Anna ve Erika’yı hem misafir hem de eşine bir bahane olarak yanına almıştı.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Martin, lobideki kanepeleri birleştirip otel koridorunda “yeni bir lise partisi” ilan etti. Şarap şişelerini paylaşarak, eski lise aşklarının sırlarını itiraf etmeye başladılar. Henrik’in yazlığında yakalayamadıkları ortam burada oluşmaya başlamıştı.

Ertesi sabah yedide otelde uyananlar, dünkü hırçın denizin, şimdi güneşin altında uysal bir kedi gibi iskeleyi hafif hafif yaladığını görüp keyifli bir sükunetle, kahvelerini yudumladılar. 8:00 vapuru için dün ortadan kaybolan yolculardan çoğu da gelmiş ve birkaç yeni yolcu eklenmişti. Dolu iskelede vapur, uzun bir yolculuktan gelen sevgiliyi karşılar gibi yorgun bir coşkuyla karşılandı ve iki buçuk saatlik yolculuk bu sefer göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Yolcular Stockholm’e ulaştıklarında içtenlikle birbirlerine sarılarak veda ederken, bir daha görüşme dilekleri havada uçuştu. Hiçbiri artık Sandhamn’ı unutmayacaktı.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder