Profil

Fotoğrafım
Ekim 2024'de yazmaya başladığım hikayelerimi ve yaptığım resimlerden bazılarını burada topladım. - - - I have gathered here the stories I started writing in October 2024, as well as some of my paintings. - - - J'ai rassemblé ici les histoires que j'ai commencées à écrire en octobre 2024, ainsi que quelques-unes de mes peintures.

5 Şubat 2025 Çarşamba

06) Eve Dönüş . Daha Dün Gibi


Saat sabaha karşı üçtü. Her yer kapkaranlıktı. Apartmanın kapısı sessizce açıldı.

Geçen yıl apartmanın kapı kodu bozulmuş ama yaptırmak için apartman sakinlerinden henüz aidat toplanamamış olduğundan kapı artık gündüzleri de geceleri de kilitsizdi. Apartmanda yaşayan, çoğu kıt kanaat geçinen memurlar emeklileri, kapının kilitlenip kilitlenmemesiyle pek de ilgilenmemişlerdi. Bunu fırsat bilen, apartmanda bile yaşamayan çocuklar merdivenlerde koşturularak ya apartman merdivenlerinin korkuluklarından kayarak ya da merdivenlerde oturup akıllı telefonlarına dalarak bos vakitlerini burada geçirir olmuşlardı. Aradan geçen bir yıl içinde apartmanın duvarlarına isimler kazımış, küfürler yazılmıştı. Geçen yaz 3 numaradaki Mehmet Bey vefat edince, kızı Mehmet beyin yıllardır kirada oturduğu o daireyi boşaltmış, işine yarayacak birkaç eşyayı almış ve geri kalanını “birilerine lazım olur” diye geniş giriş koridorunun bir köşesine yığmıştı. Bu eşyaların en önünde duran, Mehmet beyin son yıllarda bir kösesinde oturduğu için orada halen ağır bedenini izini taşıyan kirimizi kadifeden kanepede çocuklar oyun oynar, çikolata kağıtlarını yastıkların arasına sıkıştırır, sümüklü parmaklarını kadife kumaşına silerlerdi. En arkadaki kitaplığın tepesinden apartmana girenlere ok attıkları da olurdu. Sonbahar gelmiş, kediler de soğuk gecelerde burada uyumaya başlamışlardı. Apartman, Elif Şafak’ın “Bit Palas” 'ından farksız haldeydi.

Bu apartmanın en eski sakini Levon Bey’di. 1936’da apartman yeni yapıldığında tüm dairelere genç çiftler taşınmıştı. Levon’un anne ve babası buraya taşındığında Levon henüz beş yaşındaydı. O günlerde mahalle de apartman da nezih ve güzeldi. Demir bahçe kapısı hep kapalı durur, daha çok Levon’un babasının ilgilendiği bahçede güller açar, bir elma bir de bir kiraz ağacı baharda çiçek yazın meyve dolu olurdu. Dört katlı bu apartmanda çocuklar dünyaya gelmiş, birçoğu evlenip evden taşınmış, anne babaları öbür dünyaya göç etmişler ya da evlerinden çıkamayacak kadar yaşlanmışlardı. Daha sonra taşınanlar bile emeklilik yaşına gelmişti.

Levon Bey, ailenin tek çocuğuydu. Hiçbir zaman evlenmemiş, anne babası ölünce de bu dairede yaşamaya devam etmişti. Yetmiş yılda mahallenin çehresi büyük bir hızla değişmiş, bahçeli evler ve birkaç katlı apartmanlar yerini daha yüksek apartmanlara is yerlerine bırakmıştı. Şimdi, arada sıkışıp kalmış bu eski apartman artık eski bir yüzyıldan kalma bakımsız bir yere dönmüştü. Bahçe kapısı kaldırılmış, eski bahçe araba park yerine çevrilmişti. Seksenlerde kapı kilidi yaptırılmış, şimdi bozulunca apartman tam anlamıyla yol geçen hanına dönmüştü.

Levon Bey, birinci katta oturduğu için, olan biten her şeyden en önce o haberdar olurdu. Kendisi, gençliğinde oldukça yakışıklı ve çapkın bir adamken kız arkadaşlarını eve çağırır ve apartmanın bazı dini bütün sakinlerini çileden çıkarırdı. Yetmiş üç yaşında olmasına rağmen hâlâ dinç ve yakışıklıydı. Artık fazla çılgınlık yapmıyorsa da neşeli ve centilmen tavırlarıyla her pazar gittiği Pera Kafe’de ileri yaştaki hanımefendilerin gözdesi olmuştu. 

Levon Bey bu gece hiç uyuyamamıştı. Pikapta Charles Aznavour, komşuları rahatsız etmeyecek kadar kısık bir sesle “Hier Encore”u söylüyor, o ise pencerenin kenarındaki okuma koltuğunda oturmuş, sokak lambasının aydınlattığı boş sokağı seyrediyor, eski günleri düşünüyordu. Dedesinden kalma kendinin aslında hiç sevmediği ama aileden kaldığı için bir türlü kurtulamadığı ayaklı saat üçü vurduğunda, ince topuklu bir ayakkabının tıkırtısına benzer sesler duydu. Bu saatte kim olabilir ki. Koltuğundan kalkıp cama iyice yaklaştı ve aşağıya baktı. Dışarıda zarif, ince bir hanım, bir eliyle şalını tutarken diğer eliyle bastonuna dayanmış etrafına bakıyordu. Saçını gelişigüzel toplamış, topuzundan sarkan beyaz saçları sokak lambasının ışığında uçuşuyordu. Ne taksi ne başka bir araç görmemişti. Bu kadın bu vakitte burada ne yapıyor diye düşünürken, onu tanıdı. Bu, Jale’ydi. Evet başkası olamazdı. Çocukluk aşkı. Onu görmeyeli yarım asır geçmişti. Ama o ince bilekleri, o zarif başı, o güzel kalkık burnu, aradan yüz yıl geçse de unutabilir miydi? Apartmanın kapısı sessizce açıldı ve Jale kuğu gibi içeriye süzüldü.

Levon ve Jale yaşıttılar. Aynı yıl apartmana taşınmışlar, fakat farklı okullara gitmişlerdi. Gençlik yıllarında utangaç bakışmaları dışında bir yakınlıkları yoktu. Jale’nin babası doktordu, annesi ona piyano dersleri aldırır ve Levon üst kattan gelen piyano nameleriyle hayal dünyasına dalardı. 1948’de Jale varlıklı bir ailenin oğluyla evlendirilmiş ve Levon bunu ögrendiğinde çok üzülmüş, geceler boyu ağlamış ama çaresizce kendini hayatın akışına bırakmıştı.

Jale evlenince, kocasının ailesinin Bebek’teki yalısına taşınmıştı. Ailesi de yeni yeni yükselen semtlerden birine taşınmış ve mahalleye geri dönmemişlerdi. Önce bir oğlu, beş yıl sonra da bir kızı olmuştu. Oğlu, babası gibi iş dünyasına atılmamış, hukuk fakültesine girmişti. Eşini ve oğlunu geceden geceye gördüğü, koca yalıda günlerini çalışanlarla ve kızıyla geçirdi o yıllarda, kızına piyano dersleri aldırmış ve onu konservatuara sokmuştu. 1980’de eşini elim bir kazada kaybetti. Sonra da Etilerde bir galeri açıp yirmi yıl orada oyalandı.

Levon, hayal görmediğini kendine kanıtlamak için çevik hareketlerde kapıya gitti, heyecanla merdiven boşluğuna çıktı ve çabucak merdivenleri indi. Jale, Mehmet Bey’in eşyalarının yığılı olduğu yerde duraklamış apartmanın tozlu girişine bakıyordu. Sırtı merdivenlere dönüktü. Eşyalar, sokak lambasının içeri süzülen ışığıyla aydınlanıyordu. Levon onun hâlâ bu kadar zarif kalabilmesine hayranlık duydu. Onu korkutmak istemediği için alçak bir sesle, “Jale,” diye seslendi, “sen misin?”.  

Jale yine de irkildi, ama o asil başını dimdik çevirip sesin geldiği yöne baktı. Sonra da kocaman gülümseyip sanki dün görüşmüşler gibi: “Taksi tuttum.” diye söze başladı. “Eve gelmem gerekiyordu.”. Levon, taksi görmemişti. Ama belki de daha uzak bir yerde inip yürümüştür. Gece gece burada ne yapıyor. Kırışıklıklarına rağmen o güzel yüzde genç kızı görebiliyordu ama Jale’nin bu gece yarısında elli yıldır yaşamadığı bu eve dönmesi, içini huzursuz ediyordu. “Neden geldin, artık burada kimse yok ki!” diyebildi. Jale, gözleri ışıldayarak biraz da muzipçe gülümsedi. “Evden kaçtım, Levon,” dedi ve bir kahkaha attı. “Kızım, oğlanı Paris’ten buraya çağırmış, Alzheimer oldun diye, o da beni bakım evine yatırmak için apar topar gelmiş. Ben de gece hiç haber vermeden kaçtım, Annemlere giderim dedim.”

Jale beş yıl kadar önce arada kaybolmaya başlamış, sıklıkla bu eski mahalleye geldiği olmuştu. Ama kimseye görünmeden dönmeyi başarmıştı. Bir keresinde arkadaşıyla buluşmaya diye çıkmış sonra unutup alışverişe dalmıştı. Beş yıl evvel 2000 yılı milenyum kutlamaları dolayısıyla, tüm aile birkaç günlüğüne yalıda toplanmışken, Jale’nin kaybolmaları ve unutkanlıkları iyiden iyiye fark edilmiş, önce galeri devredilmiş, sonra bir bakıcı tutulmuştu. Ama iki de bir de evden kaçtığı için çocuklar telaşlanmış anneleri için bir çözüm arıyorlardı.

Jale Levon’a baktı: “Alzheimer olabilirim ama seni hatırlıyorum, Levon!” dedi. “Gözlerin hep çok güzeldi. Hâlâ da güzeller, ama çok yaşlanmışsın!” Bu sefer ikisi de kahkaha attılar. Levon “Sen de hala çok güzelsin” diyebildi, sonra da apartman sakinlerini uyandırmamak için elini ağzına götürüp sus işareti yaptı. “Yukarı gel,” dedi. “Annenler burada değil, biliyorsun değil mi. Elli yıl olmuştur, hala hayattalar mı? Ben hep buradayım işte, iyi ki hiçbir yere gitmemişim.” Jale kafasında bir şeyleri çözmüş gibi başını kaldırdı. “Evet annemi kaybettik. Babamı daha çocuklar küçükken kaybetmiştik.” Sonra tekrar Levon’a baktı “Hadi tut kolumdan, bu topukluları da giymek nerden aklıma geldi bilmiyorum”.

İki eski dost kol kola girip merdivenleri çıktılar, pikapta hala Aznavour ’un sesi yankılanıyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder