Profil

Fotoğrafım
Ekim 2024'de yazmaya başladığım hikayelerimi ve yaptığım resimlerden bazılarını burada topladım. - - - I have gathered here the stories I started writing in October 2024, as well as some of my paintings. - - - J'ai rassemblé ici les histoires que j'ai commencées à écrire en octobre 2024, ainsi que quelques-unes de mes peintures.

10 Mart 2025 Pazartesi

11) Kayıp Kelimeler Atölyesi



Selin kulaklığını taktı. Çevrimiçi yazarlık atölyesi başlamış, ekrandan hocanın sesi geliyordu. Asansörle indi, sokağa çıktı. Son beş gün içinde, normalde bir yılda kaydedilen kar yağışının %45’i yağdı, diyorlardı. Tam 71 santimetre, son 127 yılın en yoğun kar yağışıymış.

Ekranda, diğer katılımcılar konuşuyordu. Selin de izlemek istiyordu ama kaldırımın her iki yanında birikmiş dağ gibi kar yığınları geçişi öyle daraltmıştı ki, önüne bakmadan ilerleyemiyordu. Mikrofonunu sessize alırken, elleri buz kesti, yün eldivenlerine kavuşmak için sabırsızlandılar. Eğer kız kardeşi onu bu kürk şapkayla görseydi, doğa ve insanlık adına en az bir saat vaaz verirdi. Ama bu “tuque” sayesinde Selin sıcacıktı. Dışarıda kar rekorlar kırıyor, hava şubat ayında Montreal’e yakışır derecede dondurucu, insanlar soğukta koşturuyordu. İçerideyse başka bir dünya, sekiz saat ilerideki İstanbul’dan edebiyat meraklıları sıcacık evlerinde akşam çaylarını yudumlayarak sohbet edip şakalaşarak derse başlıyorlardı.

O andan sonra Selin, dış dünyadan koptu. Sadece kazasız belasız eve varacak kadar dikkatini yola vererek, tamamen atölyeye kaptırdı.

Apartmanın kapısından içeri girdiğinde, gözü her zaman olduğu gibi girişteki lobide, koltuk takımının ortasındaki büyük sehpadan ona bakan Mao’nun biyografisine ilişti. Çok kalın bir kitaptı. Her buradan geçişinde, Mao’nun kapağı kaplayan suratına bakıp “Şu kitabı bir gün eve alıp karıştırmalıyım,” diye düşünüp duruyor, ama bir türlü bu eylemi gerçekleştirmiyordu. Böyle bir gün kitap kaybolup gidecekti. Diyorlardı ki Çin’den gelen göçmenlerin bir kısmı mülteci değil, casusmuş. Belki de bu casuslar her binaya girip, girişe birer Mao biyografisi bırakıyorlardı, kim bilir.

Fransızca sınıfındaki Çinlileri düşündü. Bir an evvel Fransızca öğrenip çalışma ya da eğitim hayatına geçmek için canla başla çalışıyorlardı. Selinse Turist Ömer gibi keyif yapıyordu. Canı isterse ev ödevlerini yapıyor, istemezse sınıfta öğrendikleri ve eşiyle konuştuğu Fransızca ona yetiyordu. Her dört haftalık dönemde bir üst seviyeye çıkıyor, her seviyede sınıfında mutlaka birkaç Çinli oluyordu. Onları tek tek aklından geçirip hangisinin casus olabileceğini düşündü. Çin mahallelerindeki süslemelerin birçoğunun sponsoru da Çin devletiymiş zaten. Montreal’de her binaya bir Mao kitabı bırakmak dışında daha ne gibi casusluk faaliyetleri yapıyorlardı acaba?

O anda, kaymamak için ayakkabılarının altına taktığı çivili tabanların ikisini birden düşürdüğünü fark etti. “Hadi ya! Nasıl fark etmedim?”. Yakın bir yerde düşürmüş olabileceğini düşünüp, aceleyle dışarı çıktı. Karlarla mücadele ederek St. André Caddesi’nden Rue de la Commune’a saptı. Eve gelirken geçtiği yolları sağa sola bakarak taradı, Bonsecours Pazarı’na kadar geri yürüdü.

Bu sırada, hoca katılımcıların metlerini yorumluyordu. Dersi daha fazla kaçırmamak için kramponları aramayı bırakıp aceleyle eve döndü. Asansörde internet bağlantısı kesildi. Geçen hafta zihninde şekillendirip kâğıda dökmeyi ertelediği her şeyi çoktan unutmuştu. Eve girip ayakkabılarını, mantosunu ve şapkasını çıkardı. Kahve makinesini çalıştırıp bu sefer dersi daha dikkatli dinlemeye başladı.

Katılımcılar geçen haftanın ödevini için yazdıklarını okumaya devam ediyorlardı. "Kaybolan bu nesne üzerinden geçmişteki kayıplarımızı hatırlayan bir metin" yazılacaktı. Kendisine sıra gelmeden çabucak demin kaybettiği tabanlıkları yazının girişine ekleyiverdi.  Selin Fransızca kursundan çıkmış, kulaklığını takıyor. Çevrimiçi yazarlık atölyesi. Asansörle inip, sokağa çıkıyor. Çok kar yağmış. Tam 71 santimetre, son 127 yılın en yoğun kar yağışıymış. Ekranda, diğer katılımcılar konuşuyor.  Kayıp düşmemek için dikkatlice eve yürüyor. Sakar kadın dün, ayakkabılarına taktığı çivili altlığı düşürmüş. Yollar çok kaygan. Montreal Belediyesi kaldırımlara tuz atmaya bile yetişemiyormuş. Buradan sonrası hazırladığı metinle birleşiyor bu kayıp ona çocukken kaybettiği kırmızı örme eldivenleri hatırlatıyordu. Babaannesi beş şişle örmüştü. 1980 Ankara’da karlı buzlu bir gün, on yaşında bir kız annesi onu gaz almak için göndermişti. Eve dönerken düşmüş, elindeki plastik şişedeki gaz, kareli mantosuna serpilmiş ve onu sileceğim derken eldivenlerini düşürmüştü. Kaybolan güzel günler. Mantonun kahverengi mavi kareleri gözünün önünden geçti, burnuna gaz kokusu geldi. O günden sonra da elde örülmüş eldiven giymemişti büyük ihtimalle. Oradan 15 yıl ileri sarıp bu sefer de Stockholm’de metroda banka bırakıp, trene binerken unuttuğu, üniversite ders notlarını hatırlıyor. Metro kapılarının kapanışını ve tren hareket ederken, bankta unuttuğu dosyayı görüşünü, onlara son defa bakışını, demin Mao kitabına baktığı gibi. Bir durak sonra inip, o istasyona döndüğünde onları bulamayacaktı çünkü. Ders notları kimin işine yarar ki. Tam da sınava birkaç gün kala. O sınavdan geçip geçmediğini hatırlamadı. O sırada bilgisayarın hoparlöründen eğitmenin sesi duyuldu: "Selin seninkini alalım mı? "

Selin, istemsizce irkildi. “Kusmuk gibi mi oldu acaba?” diye düşündü. Kendi kayıplarını anlatmak da neyin nesiydi. Nesnel kayıplar nedir ki, onunla birlikte kaybolan anılardan söz etmeliydi. Herkes birer birer yazdıklarını okumuştu. Birçoğunun kurgusunu kendininkinden çok daha başarılı buluyor, okuma cesareti her yeni katılımcıyla biraz daha azalıyordu. Ama hikayesini okudu. Yine kurguda çatışma ve zorluk eksikti. Her zamanki gibi daha çok anı tarzı bir şey olmuştu. 

Belki de anılarını kaleme almalıydı. Nasıl ki resimde en çok portre yapmaktan zevk alıyorsa, edebiyatta da biyografi, otobiyografi ya da anı yazmaktan keyif alabileceğine emindi. Belki lobiye bırakılan Mao kitabından ilham alabilirdi. Ya da aylardır üzerinde çalıştığı aile kroniğine daha hikayemsi unsurlar ekleyebilirdi. Geçen gün, Kanadalı anı yazarı Alison Wearing’in bir dersine katılmış ve Montreal’de bir yılı bir konteyner olarak kullanarak anılarını kaleme almayı düşünmüştü. Bunların okumaya değer şeyler olup olmadığından emin olmasa da yazma düşüncesi iyice pekişmişti. Zaten bu kayıp hikâyesi de eski anılardan bir demek sunmuyor muydu?

Ders bitti, Selin İstanbul’a iyi geceler dedikten sonra motivasyonun kaybetmeden bir hafta sonraki ödevi yazmaya başladı. Her zaman hikayelerinde anlattığı kadınlar aslında kendisinin farklı versiyonlarıydı.  Eski kıta güne çoktan elveda dediğinde Selin’e, kendi anılarının en önemlilerinden bir demet daha yaşattı. O sırada kapıda anahtar döndü. Selin “mon amour” diye kapıya koştu.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder